Anne Hathaway, sinema dünyasında çeşitli türlerdeki rolleriyle dikkat çeken bir oyuncudur. Kendisinin performansları, hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından genellikle beğenilmiştir. Hathaway'in oyunculuk kariyerinde, bir peri masalı karakterinden modern bir drama kahramanına kadar geniş bir yelpazede performans sergilemiştir. Çeşitli karakterler ve hikayelerle izleyicilere derin duygusal deneyimler yaşatmış, yeteneğiyle her türlü rolün üstesinden gelmiştir.
Anne Hathaway, Hollywood'un en yetenekli ve çok yönlü oyuncularından biridir. Kariyerinde pek çok unutulmaz performansa imza atmış olan Hathaway, birkaç filmdeki parıltılı performanslarıyla adından sıkça söz ettirmiştir. Özellikle “The Devil Wears Prada” (2006) filminde canlandırdığı Andy Sachs karakteri, Hathaway'in kariyerinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu filmde, Hathaway, moda dünyasında bir yandan zorluklarla mücadele eden, diğer yandan da kendini bulmaya çalışan genç bir kadını başarıyla yansıtmıştır. Meryl Streep’in muhteşem performansıyla da dikkat çeken film, Hathaway’in bu tür dramatik ve komik rollerdeki yeteneğini gözler önüne serdi. Bir diğer dikkat çekici performansı ise “Les Misérables” (2012) filmindedir. Bu müzikalde Fantine karakterini canlandıran Hathaway, duygusal ve etkileyici bir performans sergileyerek En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Akademi Ödülü kazandı. Fantine’nin trajik hikayesini güçlü bir şekilde canlandırarak, izleyicileri derinden etkiledi. Hathaway’in 2018 yapımı “The Hustle” filmindeki performansı da parmakla gösterilecek türdendir. Bu komedi filminde, Hathaway, zekâ ve çekiciliğini kullanarak, güldürü ve eğlenceyi mükemmel bir şekilde harmanladı. Anne Hathaway'in parıltılı performansları, onu sadece yetenekli bir oyuncu değil, aynı zamanda sinemanın önemli yüzlerinden biri haline getirdi. Farklı türlerdeki rollerdeki başarısı, onun geniş bir yelpazede yeteneklerini sergileme kapasitesini gözler önüne seriyor. The Devil Wears Prada Andy, üniversiteden mezun olduktan sonra, birçok kadının hayallerini süsleyen bir işe girer: moda dünyasının devlerinden biri olan Runway dergisinin baş editörü Miranda’nın asistanı olur. Bu iş, ona gazetecilik kariyerinde büyük fırsatlar sunacak olsa da, moda hakkında hiçbir şey bilmeyen Andy için baş döndürücü bir dünyaya adım atmak demektir. Bir anda kendini yüksek topuklular, moda haftaları ve sonsuz diyet kola tüketimiyle dolu bir tempoda bulur. Miranda’nın akıl almaz taleplerini karşılamaya çalışırken, Andy zamanla bu dünyaya ayak uydurur ve modaya uygun bir stil geliştirir. Ancak, iş yükü arttıkça, kişisel hayatı geri planda kalmaya başlar.
Kym Buchman, dokuz aydır uyuşturucu rehabilitasyon merkezinde kaldıktan sonra temizdir ve kız kardeşi Rachel Buchman'ın düğünü için geçici olarak serbest bırakılır. Aile evinde kalacağı bu süre, onun için tam anlamıyla bir sınav olacaktır. Evin, adeta Grand Central Station gibi sürekli bir insan trafiği içinde olması, Kym'i tanıyan ya da onun geçmişini duymuş olan herkesin meraklı bakışlarına maruz bırakır. Bu gözlemler, Kym'in üzerinde ağır bir baskı yaratırken, aile içindeki dinamikler de gerginleşir. Babası Paul, Kym'in iyiliği konusunda endişelenip sürekli onu gözlem altında tutarken, bu koruyucu tavır Kym’e güvenilmediği hissini aşılar.
Baker Dill, Plymouth Adası'nda huzurlu bir yaşam süren bir balıkçı teknesi kaptanıdır. Sakin, tropik adada turistlere balıkçılık turları düzenlerken, geçmişini geride bırakmış gibidir. Ancak eski karısı Karen, bir gün Dill'in kapısını çaresizlikle çalar. Karen, şiddet yanlısı yeni kocasından kaçmak için Dill'den yardım ister; küçük oğullarını korumak için ondan tek umudu odur. Karen, Dill'i kocasını bir balık avı gezisine çıkarıp, onu denize atarak köpekbalıklarına yem etmeye ikna eder. Bu tehlikeli teklif, Dill'in yıllarca unutmaya çalıştığı geçmişini yeniden su yüzüne çıkarır. Zamanla, Dill doğru ile yanlış arasında sıkışır, ahlaki ve duygusal bir karmaşaya sürüklenir.
Maggie, kimseye ya da herhangi bir şeye boyun eğmeyen, çekici bir özgür ruhtur. Kendini hayatın karmaşasından uzak tutarak, bağımsızlığını her şeyin üstünde tutar. Ancak, uyuşturucu dünyasının acımasız gerçeklerinde gezinen Jamie ile karşılaşınca, hayatının yönü değişir. Jamie, uyuşturucu ticaretinde kendine sağlam bir yer edinmiş, Maggie gibi özgürlüğüne düşkün biridir. İkili, başta birbirlerine karşı zırhlarını korusalar da, aralarındaki çekim inkâr edilemeyecek kadar güçlüdür. Zamanla bu ilişkide, sadece uyuşturucunun değil, birbirlerine karşı duydukları duyguların da sarhoş edici olduğunu fark ederler. Özgürlüğü her şeyden önde tutan Maggie, Jamie’ye duyduğu derin çekim karşısında kontrolünü kaybetmeye başlar.
Washington’da çalışan deneyimli bir gazeteci, kariyerinde aldığı sorumluluklar ve kazandığı başarılarla hayatını kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Ancak bir gün, babasının kendisini suçluluk duygusuyla küçük bir iş için görevlendirmesi, bu düzeni alt üst eder. Gazeteci, bu ayak işini bir an önce halledip işine dönmek isterken, farkında olmadan kırmaya çalıştığı büyük bir hikayenin içinde bulur kendini. Onu çevreleyen politik karmaşa ve gizemler, hem mesleki duruşunu hem de kişisel hayatını tehdit eder hale gelir. Gazeteci, aslında yıllardır babasının geçmişiyle ilgili sakladığı sırların ortasında kalmıştır.
Emma ve Dexter, üniversiteden mezun oldukları gece tanıştıklarında, aralarında belirgin bir çekim oluşur. İkisi de çok farklı hayatlar hayal etseler de, her yıl 15 Temmuz’da birbirlerini görmeyi sürdürürler. Emma zeki, tutkulu ve idealisttir, ancak kariyerinde başarıya ulaşması zaman alır. Dexter ise cazibesi ve rahat tavırları sayesinde hayatta hızla yükselir; başarı ve kadınlar onun için zahmetsizce gelir. Yıllar ilerledikçe, hayatları farklı yönlere sapar; Emma daha içe dönük bir yaşam sürerken, Dexter hızla dönen bir sosyal çevrede kaybolur. Her biri başka insanlarla yeni ilişkiler kurar, ama bu ilişkiler onları içten içe tatmin etmez.
Manhattan’da yaşayan avukat Liv ve öğretmen Emma, çocukluklarından beri ayrılmaz iki dosttur. Birbirlerinin hayalini süsleyen düğünleri paylaşarak evlenmeyi uzun zamandır beklemektedirler. Şans eseri, her ikisi de aynı gün erkek arkadaşlarından evlenme teklifi alır ve Plaza Otel'de unutulmaz bir düğün organize etmek için ünlü düğün planlayıcısı Marion St. Claire’e başvururlar. Ancak Marion’un sekreteri, bir hata yaparak her iki düğünü de aynı tarihe rezerve eder. Liv ve Emma, tarih değiştirmeye yanaşmaz ve bu durum aralarındaki dostluğu derin bir rekabete dönüştürür. Her iki kadın da kendi düğünlerinin öncelikli olmasını isterken, bu masum yarış giderek sert bir savaşa dönüşür.
Jean Valjean, Mahkûm 24601, uzun yıllar süren zorlu bir hapis hayatından sonra serbest bırakılır, ancak şartlı tahliye yükümlülüklerini yerine getirmeden kaçmayı seçer. Özgürlüğünü kazanmanın bedeli, her an peşinde olan amansız Müfettiş Javert’in gölgesi altında yaşamak olur. Valjean, geçmişini geride bırakarak kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışırken, iyilik ve bağışlamayı temel alarak çevresine umut aşılar. Ancak Javert, kanunların sarsılmaz bir savunucusu olarak Valjean’ın kaçışını bir onur meselesi haline getirir. İkilinin karşılıklı mücadelesi, Fransa’nın devrim ateşiyle yanıp tutuştuğu dönemde daha da karmaşık bir hal alır.
Yakın gelecekte, Amerika’nın orta batısında, eski bilim mühendisi ve pilot olan Cooper, çocukları Murph ve Tom ile birlikte kırsal bir çiftlikte yaşamaktadır. Dünya, gittikçe artan kum fırtınaları ve tarımsal çöküşlerle karşı karşıya kalmış, yiyecek kaynakları tükenmeye başlamıştır. İnsanlığın sonu yaklaştıkça, Cooper ve ailesi de bu bitmek bilmeyen çoraklıkla yüzleşir. Bir gün, Cooper’ın tesadüfen keşfettiği, evinden altı saat uzaklıktaki bir N.A.S.A. üssü, ona insanlık için bir umut sunar. Buradaki bilim insanları, uzayın derinliklerinde bulunan bir solucan deliğinden geçerek yaşanabilir yeni gezegenler bulmayı planlamaktadır. Cooper’ın bilimsel zekâsı ve uçuş yetenekleri, onu bu cesur görevin başına getirir.
Franny, ailesinden uzakta kendi hayatını kurmuşken, ani bir telefonla dünyası alt üst olur. Erkek kardeşi bir kazada ağır yaralanmış ve komaya girmiştir. Evine geri dönen Franny, kardeşinin hayatına derinlemesine bakmaya başlar; onun müzik tutkusu ve kariyer hayalleriyle dolu dünyasına adım atar. Kardeşinin en sevdiği müzisyen olan James Forester'ın şarkıları, Franny'yi Brooklyn'in büyüleyici müzik sahnesine çeker. James ile tanıştığında, aralarındaki beklenmedik bağ, ikisini de hayatlarının acı tatlı gerçekleriyle yüzleşmeye zorlar. Franny, müzik aracılığıyla kardeşinin geçmişine ulaşırken, James'in kendi kırılganlıklarını keşfetmeye başlar.
